Tekil Mesaj gösterimi
  #1  
Alt 07 Şubat 2020
ali ali isimli Üye şimdilik offline konumundadır
User
 
Şehir
Üyelik tarihi: 07 Şubat 2020
Mesajlar: 2
Aldığı Beğeni: 1
Verdiği Beğeni: 0
Standart Kâğıtlarla Dertleşen Adam

Onu bir yazar ablamın sayesinde tanıdım. İlk filmini çekecekmiş, oyuncu arıyormuş... Bana rol teklif etmişti ama bazı çok özel gerekçelerimden dolayı teklifi geri çevirmiştim. İyi bir röportaja imza attığımıza inandığım şair, yazar ve artık yönetmen de olan Selahattin Yılmaz'la bu şekilde tanıştım. Filmde oynamasam da arkadaş olduk. Aslında bu röportaj için birkaç ay önce söz vermiştim. Kısmet bu güneymiş. Selahattin ağabeyin, "İyikileri Gölgeleyen Keşkeler" adında bir şiir ile "Kara Trenin Kaçak Yolcuları" adında bir öykü kitabı olmak üzere toplam iki tane eseri var. Adana'nın Ceyhan ilçesinin Kızıldere köyünde dünyaya gelen Selahattin Yılmaz, şu an Hatay'ın Dörtyol ilçesinde yaşıyor. Özel sektörde kalite kontrol sorumlusu. Birkaç öyküsünden yola çıkarak Selahattin ağabeyin, Ömer Seyfettin'e çaldığını düşünüyorum. Merak eden, röportajın sonundaki numarayı arayıp kitap için Selahattin Yılmaz'dan bilgi edinebilir. Edebiyat alanında ödülleri var. Yeni çekeceği filmi ise, "İman Genetik Bir Olgudur" adlı öyküsünden uyarlayacak. Yolu açık, okuyucusu ve seyircisi bol olsun. Bugüne kadar röportajları ya soru sorduğum kişinin mekânında, ya da belirlediğimiz uygun bir yerde yaptık. Ama bu kez kendi evimde görüştük. Onu ağırlamaktan keyif aldım, tanıştığımıza memnun oldum. İki kitabını da imzalayarak armağan etti. Teşekkür...

Klâsik bir soruyla başlayalım Selahattin ağabey: Yazı yazmaya nasıl başladın?
Önce okumak arzusu; kitap okumak. Her yazar gibi ben de okuyarak başladım yazmaya. Orta 1'e kadar okulumu okuyabildim ben. Orta 1'den sonra bıraktım. Sonra dışarıdan bitirmelerle lise diplomasına kadar aldım. Okulu bıraktıktan sonra içimde müthiş bir okuma arzusu belirmişti. O zamanlar çizgi romanlar vardı; Tommiks, Teksas, Zagor... Onları müthiş okurduk böyle. Sanki okurken içine giriyordum, ben de onlarla beraber savaşıp, onlarla beraber yürüyüş yapıyordum. Onları çok hevesle okurdum, okudukça da bu sefer yazmaya meyillendim. Şiir yazmaya başladım 20'li yaşlarda; amatör olarak... Daha sonra şair ve yazar arkadaşlarla tanıştım, ben ulaştım onlara. Kendimi biraz daha geliştirdim. Onların bana faydası çok oldu. "Hocam" diyebileceğim insanlar var içlerinde. İlk başlarda yazdıklarım epey amatörceyken, onların sayesinde düzeltmeye başladım. Baki Yıldırım adında bir hocam vardı; şimdi rahmetli oldu. Ben şiir yazarken, onun, "Öykü niye yazmıyorsun" diye yönlendirmesiyle öykü de yazmaya başladım. Öyküyü düşünmüyordum daha önce. İlk denememde çok iyi oldu. Ondan sonra öyküye daha çok merak sardım.
Yazıyla neyi anlatmaya çalışıyorsun? Var mı bir derdin?
Derdim var, evet. Öncelikle ben, "Hadi bir şeyler yazayım" diye yazmıyorum. İlham geldiği zaman kâğıtlara içimi döküyorum. Kâğıtlarla dertleşmek benimkisi. Ama yazdığım şey mutlaka insanlara bir mesaj vermeli, doğruyu ve iyiyi göstermeli. Ben, genelde felsefî ve psikolojik yazılar yazarım. İnsanların duygularına hitap etmek istiyorum. Ezilmiş bir insan olarak da, aklını yitirmiş bir insan olarak da, hakkını yedirmek istemeyen ama hakkı yenen bir insan olarak da onların duygularını yazmaya çalışıyorum. Bir köylünün baş kaldırışını, haksızlığa uğrayan birisini, sevdiğine kavuşamamış bir insanın gönül acısını yansıtabilmek için yazıyorum. Babasız büyüdüm ben. Çok ezildim. Ezilmiş insanları, haksızlığa uğrayanları kendime yakın görüyorum. Onlara baktıkça vicdanım sızlıyor ve yazılarımla yanlarındaki yerimi aldığıma inanıyorum. Aç bir kedinin, bir insanın etrafında miyavlaması ve insanların buna duyarsız kalması bana çok dokunur. O yüzden, ezilenlerin duygularına tercüman olabilmek benim için çok güzel bir şey.
Selahattin Yılmaz, önce şair midir, yoksa önce yazar mıdır?
Önce şairdir, diyelim. O yönüm ağır basıyor. Çünkü çok duygusalım. Ve bana sürekli ilham gelir; olur olmadık yerde...
Kitap çıkartmak için mi yazıyorsun, yoksa ilham geldikçe kâğıda döktüğün düşüncelerini biriktirip, "Bir gün kitap yayınlayacak olursam, kullanabilirim" mi diyorsun?
Şimdi, şiir veya öykü yazarken, para kazanayım veya bir kitabım olsun, diye yazmıyorum ve yazmayacağım hiçbir zaman. İlk yazmaya başladığım dönemde hiçbir kurala bağlı kalmadan, içimden geldiği gibi yazdım. Yazmak benim için bir tutku. Yazdıkça deşarj oluyorum. Yani herhangi bir sıkıntımı, kederimi, borcumu; her şeyimi bir yana bırakıyorum. Rahatlıyorum. Bunun için yazmaya başladım. Hayal gücüm çok geniş. Yazdıkça daha çok içine dalıyorum. Ama para kazanayım veya kitabım olsun veya bir yerlerde ismim duyulsun, diye değil, içimi dökmek için yazıyorum ve kitap hâline getiriyorum.
Okunmak nasıl bir duygu?
İnsanın hoşuna gidiyor tabi. Hele hele bana geri dönüş yapılması müthiş sevindiriyor beni. Para vermelerinden çok önemli. O tarif edilemez bir duygu. Zaten yazarların kitabını okuyup da geri dönüş yapıldığı zaman, o kitaba hiç para vermeseler bile o dönüş, yazarı mutlu ediyor.
Yazmaya 20'li yaşlarda başladın ama ilk kitabın 37 yaşında çıkmış. Arada bu kadar zaman neden var?
Çok ara verdiğim zamanlar oldu çünkü. Yazdıklarımı da şekillendirmeye uğraştım. Yani olgunlaşmasını bekledim. Yazdıklarımı hemen olduğu gibi kitaba dökeyim, demedim. Kitap taslak hâline gelinceye kadar defalarca düzeltmeden geçti elimden. Tabi bu da yıllar aldı.
Esasında bir fikir işçisiyken, ekmeğini kazanmak için beden işçiliği yapıyorsun. Bir yazarın, alanı dışındaki bir işte çalışması, o yazarı olumlu ve olumsuz yönde nasıl etkiler? Sadece yazarlıkla uğraşması avantaj mıdır, dezavantaj mıdır?
Olumsuz yönde belki bir tek şöyle etkiler: Yoğun çalışıyorsa kişi, yazmaya pek zaman bulamayabilir. Ama olumlu yönde çok iyi etkiler. Meselâ ben çalışırken ve insanlarla fikir alış verişindeyken sürekli herkesten bir şeyler kapabiliyorum. Çalışırken de, yolculuk yaparken de; hangi durumda olursam olayım, insanlarla bir arada olmanın yardımını görüyorum. Herkesten hikâyeler duyabiliyorum çünkü. Hem yazmak, hem de farklı bir iş'te çalışmak iyidir, yararlıdır. Sadece yazarlıkla uğraşmak bence dezavantajdır. Sırf hayal gücünü kullanarak çok bir şey üretemezsin. Yazarın bizzat yaşaması da gerekiyor. Hayatın içinde bulunmak lâzım. İnsanlarla hemhâl olmak, yeni ve farklı fikirler getirir. O yüzden mutlaka dışarı çıkmalı insan. Hayatın içinde olmalı. Bir yazar, denizin kıyısında manzarayı seyrediyorken bile bir balıktan, bir martıdan yola çıkarak bir hikâye oluşturabilir.
Bir kitapsever olmasına rağmen, dikkat dağınıklığı yüzünden okuduğunu kolayca anlayamayan, okuduğuna yoğunlaşamayan ve sıkılan insanlara, sen bir yazar olarak nasıl bir çözüm yolu tavsiye edersin?
O sorunu ben de yaşıyorum bugünlerde. Kafam çok karışık. Farklı farklı plânlarım var. İş yerimde biraz yoğunluk yaşıyorum. Bu yüzden dikkat dağınıklığı bende de oluyor. Tavsiyem şudur:..

Devamını Oku:
Linkleri görebilmek için üye olmalısınız. Üye Olmak için tıkla!